2 Ağustos 2007

Burdan, burdan

Kolumu yukarıya sıyırıp elimi kura torbasına attığımda, Ankara'yı çekeceğimi hayal ediyordum. Malatya da olabilirdi. Ama doğrusu kurada Kıbrıs'ı çekeceğimi hiç düşünmemiştim.
Torbada üç seçenek vardı ve ben en beklemediğimi çekmiştim. Dört aylık yedek subay okulundan sonra bir yılımı orada geçirecektim.

O an, aklımı askerliğini Kıbrıs'da yapanların anlattıklarını anlatanların anlattıkları doldurdu. Binbir türlü hikaye anlatılmıştı: En kötüsü de, ada halkının askerleri sevmediği, hatta Barış Harekatıinda bile askerlerimize su bile vermediği idi.

Vermemişdir. Verememişdir. Barış zamanında bile suyun balonlarla Türkiye'den adaya su taşınmaya çalışıldığını düşününce, savaş zamanında suyu nerden bulsun diye düşünüyor insan. Denizin ortasında ama su kısıtlı. Evdeki hesap çarşıya uymuyor işte. Giderken 'eh! nede olsa denizin içinde; Artık bol bol balık yerim' diye düşünüyor insan. Ama yediğin balığın bile Türkiye'den dondurularak getirildiği öğrenince şaşırıyor. Tabii şaşırmak bile biraz zaman alıyor, yargılarınızı atmanız için.

İşte adadaki ilk günlerim. Araç komutanı olarak Dikmen'e göreve gideceğim. Bölük Başçavuşun'dan yol tarifi istiyorum.

- Siz hiç merak etmeyin Asteğmenim. Ben anlıyorum sizi. Size yolu bilen bir şöför ayarladım.

dedikten sonra dışarıda bekleyen ere sesleniyor.

- Daha önce Dikmen'e gittin değil mi? Yolu biliyorsun?

Asker hiç tereddüt etmeden

- Evet komutanım. Biliyorum.

diye yanıtlıyor.

Yola koyulup, Dikmen'e varıyoruz. Küçük bir köy. Aynı sokaktan ikinci geçiş çok zaman almıyor. Şöförün yüzüne bakıyorum. O da benimkine.

- Kaybolduk komutanım

- Hani biliyordun yolu

- Sadece bir defa geldim komutanım. Onu da Başçavuşum tarif ede ede geldik.

Mecburen hız kesiyoruz. Sokakta inlerle cinler çift kale maç yapmata. Az ileride iki büklüm olmuş, yaşı yürüşünden belli bir kadın, yürümekten aciz, ağır ağır ilerliyor. Hani maça yan hekem olarak atanmış da, bayrağını almaya gidiyor. Yanına yaklaşıyoruz. Selam verip Dikmen kışlasına nasıl gideceğimizi soruyorum.

Yaşlı kadın duruyor. Doğruluyor. Yüzümüze bakıyor.

- Dikmen kışlasına mı?

Şöför de ben de aynı anda

- Evet

diyoruz.

Yaşlı kadın, ilk defa karşılaştığım Kıbrıs şivesi ile bir çırpıda yolu tarif ediveriyor.

Şöförün yüzüne 'anladın mı?' der gibi bakıyorum.
Şöför de 'anlamadım' der gibi yüzüme bakıyor.
Hem o hız, hem o şive! Anlamak ne mümkün tabii.

Tekrar sormak için dönüyorum ama o da mümkün değil. Yaşlı kadın yoluna dönmüş tam sürat ilerlemekde. İşte o an, anlatılanlar aklımdan bir bir geçiyor. İçimden kendi kendime

- Bu kadar mı! Bu kadar mı!

diye söyleniyorum içimden.

Biz aracı tekrar hareket ettirdiğimizde, o yolun ortasında, bir köşe başında durmuş bağırıyor:

- Burdan, burdan

Biz ona yaklaştığımızda, o gösterdiği sokağa dalıp, araçın önünden koşar adımlarla ilerliyor. Sonra durup, bir diğer sokağı gösterip tekrar bağırıyor.

- Burdan, burdan

Sonra gösterdiği sokağa bizden önce dalıp, aracın önünde hızlı adımlarla ilerlemeye devam ederek bunu tekrar ediyor.

- Burdan, burdan

En sonunda da bizi ana caddeye çıkartıp, eliyle işaret ediyor.

- İşte karşısı. Dümdüz gidin. Dümdüz gidin.

Yanına yaklaştığımızda geldiğimiz sokağa gerisin geri dönerek uzaklaşıyor.
Belli ki o kadar yolu bize kılavuzluk etmek için gelmiş. Bir teşekkürü bile beklemeden.

Verecek bir damla suyu olmayanlar işte bir anda bir gönül denizini önünüze seriveriyorlar.